2 Ocak 2010 Cumartesi

Ne yazık ki sen özgürsün! Dücane Cündioğlundan..

Ne yazık ki sen özgürsün!
Süreklilik ve kalıcılık , modern çağın zihin dünyamızdan acımasızca sürdüğü iki kavram.

Artık yabancısı olduğumuz iki olgu.

Başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerin değil sadece, algıladığımız nesnelerin dahî zihnimizdeki sürekliliğini sağlamakta eskisi kadar başarılı değiliz. Suya yazı yazar gibiyiz.

İlişkilerimiz kalıcılıktan mahrum. Ve süreklilikten...

Tıpkı sahip olduğumuz nesneler gibi.

Ayağımızın altındaki mekân kayıyor. Duramıyoruz. O denli sıklıkla yer değiştiriyoruz ki kimseye kalıcı adresler ikram edemiyoruz.

Çevremizdeki dünya durmadan değişiyor. Tabiatıyla biz de.

Hem fâniyiz, hem de fena! Geçicilikle ma'lûlüz.

Hiçbir şeyi avucumuzda uzun süre tutamıyoruz; ya eriyorlar, ya buharlaşıveriyorlar. Çünkü zaman herşeyi değiştiriyor. Avucumuzu da. Öyle ki eşyanın eskimesine izin vermiyor; yaşlanmasına... yavaş yavaş yok olmasına... Zaman çılgınca akıp gidiyor. Hızla.

Çağdaş dünyada var-oluş, 'varlık'ların mevcudiyetini temin edemiyor. Mevcudiyetlerini idame ettirmelerine izin vermiyor. Zira oluşun hızı, 'var'ın keyfiyetini değil artık, mahiyetini de belirliyor.

* * *

Gerçekliğin en büyük teminatı sürekliliği ve kalıcılığı değil midir?

Eşyanın hakikatinin?..

Öyledir, hiç değilse —zahiren— öyle olmalıdır; zira bizatihi hak kelimesinin kendisi, sürekli ve kalıcı (daim ve baki) anlamına gelir. Karşıtı ise batıl''dır.

Evet, süreklilikten ve kalıcılıktan mahrum olanın adıdır batıl. Yokluğa mahkûm olanın. Geçici olanın.

Ene'l-Batıl!

Hallac'ın söyleyemediği buydu işte!

Hiçti.

* * *

Sadakat kavramını düşünelim biraz da. Sıdkın ve sadakatin özüne bakmaya çalışalım.

Nedir sadakat? Meselâ sâdık, hatta sıddık olmak?.. Sözüne sadık, özüne sadık olan kimdir?

Sözüne sadık olan, sözünde durandır! Söz ile arasındaki mutabakatı bozmayan. Sözünden caymayan. Eşyaya ilişkin kavrayışını, söz düzeyinde de ısrarla muhafaza eden.

Sanıyorum şu kadarcık bir işaret bile sadakat'in kavramında saklı süreklilik ve kalıcılık mânâsını açığa ve açıklığa çıkarmak bakımından yeterli.

Ustalarımız, sıdk ile hak kelimelerini, işte bu yüzden, eşleştirmekte bir an bile tereddüt etmemişlerdir.

Hak söz, hakkında olduğu nesne ve olguya sadık ve mutabık olan söz için kullanılırdı. Hak din ise, hakikate mutabık itikad için.

Kısaca, sadakat demek hakikat demekti. Sadık olan, hak olandı.

* * *

Peki ya dostluk?

Sıdk ve sadakat kelimeleri eskiden kadîm dostlukları tanımlamak için kullanılırdı. İki arkadaş arasındaki ilişki ve bağlılığın sürekliliğini/kalıcılığını vurgulamak için. Daha da ötesi, işbu sürekliliği ve kalıcılığı mümkün kılan niteliklerin çokluğuna/zenginliğine de bilhassa işaret etmek için. (Nitekim sıddîk kelimesi bu mânâda mübalâğa ifade eder.)

İki kişi arasında vasıf itibariyle mutabakat olmadığı takdirde, aralarındaki ilişkide devamlılık da olmaz.

Devamlılığın ilk koşulu mutabakattır. Uygunluk yani.

Bu kavramın hukuktaki karşılığıysa kefaet (denklik)!

* * *

Siz, bugün gelişigüzel kullandığımız ilişki sözcüğünün yerinde, bir zamanlar münasebet'in bulunuyor olmasını tesadüf mü sanıyorsunuz?

Öyleyse, çok yazık!

Bir zamanlar “cinsî münasebet” denilirdi; şimdiyse “cinsel ilişki”...

Okur, burada biraz gayret etmeli, ''ilmik' ve 'ilmek' sözcüklerinin anlamı üzerinde düşünmeli! İlişme'nin (veya ileşme'nin) sonuçları üzerinde. Sağlamlığı ve dayanıklılığı üzerinde.

Tenin tene değmesi mânâsında, eskiden mübaşeret denilirdi; daha çok hukukî bir kullanım olarak.

Bu durumda, münasebet'in anlamı da şu oluyor: Birbirine uygun iki ruhun birbirine değmesi! Çünkü münasebet, iki şey arasında nisbet (oran/orantı) olması anlamına gelir. Başka bir deyişle, iki şey arasında karşılıklı nisbet varsa, münasebet de var demektir. Çünkü nisbetin olduğu yerde çekim (cezbe) de olur. Sürekliliği ve kalıcılığı temin eden de zaten işbu cezbe'dir. Nisbetlerdeki uygunluğun karşı konulamaz cazibesi.

Büyük usta, İbn Sina, bu cezbe'yi 'aşk'' kelimesiyle tanımlamış ve kâinattaki ilişkiler ağının bu aşk sayesinde süreklilik ve kalıcılığını elde ettiğini söylemiştir.

Demek oluyor ki aşk (cazibe/karşılıklı çekim) varsa, süreklilik ve kalıcılık da var demektir; aşk yoksa, ilişkide kalıcılık da yoktur!

* * *

Bugün biz modernlerin dilinde aşk, sürekliliğin ve kalıcılığın alâmeti mi? Sıdkın ve sadakatin?..

Ne münasebet!





Aşk, günümüzde bizatihi geçici olanın adı. Unutulanın. Geride kalanın. Kendisine dayanılamayacak kadar güçsüz ve hafif olanın. Belki de bağlanmaktan/bağımlı olmaktan kurtulmanın. Özgürlüğün.

Oysa ne büyük bir yalan bu!

Aşk özgürlüğün değil, köleliğin şânındandır; bağlanmanın, boyun eğmenin, cazibenin cezbesi altında durmaksızın daireler çizmenin... Zorunluluğun.

* * *

Ey talib, sen nasıl olur da kendini âşık-ı sadık olarak adlandırabilirsin? Sefili bile değilsin aşkın, zira senin Tanrı'ya inanmama özgürlüğün var.

Benimse yok!

Hiç yorum yok: