Hindistan Notları-Sitapur…
Delhi’den yaklaşık 1 saatlik uçuşla Lucnow şehrine geliyoruz.Şehirde çok güzel bir kahvaltıdan sonra bizi uzun ve heyecanlı bir Sitapur yolculuğu bekliyor.Yol boyunca heryer yemyeşil ama bir o kadarda insan dolu ...200 km lik yolu dura kalka yaklaşık 3,5 saatte alıyoruz.Değişik değişik kasabalardan geçiyoruz.Tabiat muhteşem duruyor.Rabbim tüm sanatlarını nakış gibi işlemiş.İlerledikçe yol kötüleşiyor ve köy tarzı bir yere geliyoruz.Araba ile yollardan geçmemiz zorlaşıyor.Kimi zaman hayvan sürülerinden kimi zaman da insan kalabalıklarından zor ilerliyoruz.Bizleri karşılayan aile Müslüman bir aile.Babanın ismi Hafız Abdurrahman.İsmi gibi kendisi de Hafız; Kuran’ı baştan sona ezberlemiş.Çocuklarının isimleri Zübeyir ve Ömer. Tek bir torunu var onun ismi de Huzeyfe.Hafız bey hayata karşı net duran, ayakları yere basan çok ciddi bir profil çiziyor.Aldığı eğitimi soruyorum;İslami medreseden mezun olduğunu ve El-ezhere denk bir okul olduğunu anlatıyor.Her Hintli’ye sorduğum sömürge olayını ve İngilizler’i onlara da soruyorum.Acı içinde gülerek karşılıyor ve Müslüman Moğollar’ın 600 yıl ülkeyi yönettiğini ve tüm güzel eserlerin onlar döneminde olduğunu ve yöneten padişahların özellikle adalet konusuna çok dikkat ettiğini söylüyor.Buna hak vermemek elde değil.Çünkü tüm dinler burada doğal bir şekilde yaşanıyor.Fakat 100 yıllık İngiliz sömürgesinin dillerini değiştirdiğini Pakistan ile bölündüklerini sonra da Pakistan’ın da Bangladeş diye de bölündüğünü söylüyor.Diğer Hindu bir arkadaşa bu soruyu yönelttiğimde İngilizlerin onları yönetmesinden memnun olduğunu kendi yöneticilerinin beceriksiz ve rüşvetçi olduğundan dem vurarak İngilizlerin ülkeye verdiği faydaları sıralıyordu.Arada düşünce farkını düşünüyorum.Fakat ülke insanının karakterinde teslimiyet gördüğümü ve gerek kültürden gerek havanın etkisinden tembel ve vurdumduymaz bir toplum görüntüsü çizdiklerini düşünüyorum.Ülkede turistlere övünçle gösterdikleri ve sundukları eserlerin hep Moğollar’ın döneminden olması da dikkat çekici bir örnek oluyor.
Dışarıda yenecek kalitede yemek bulmak imkansız olduğundan genelde yemeklerimizi ziyaret ettiğimiz kişilerin evlerinde yiyoruz.Delhi ve Bombay’da bu sorunu bir şekilde aşabiliyoruz ama küçük şehirlerde orta kalitede bile restoran bulmak imkansız vaziyette…Şehirde eski bir cami dikkatimi çekiyor ve Hafız Bey’e oraya gitmek istediğimi söylüyorum.İkindi vakti olduğundan sokak aralarından ve değişik nazarların arasından geçerek camiye giriyoruz.Farzın kılınma vakti belli, sünnetleri kimisi evde kılmış geliyor ve tam vaktinde Hafız Bey’in müezzinliğinde namaz kılıyoruz.Tüm gözler bana kayıyor ben de cami içinde o topluluk arasında sanki 16.yüzyılda zaman yolculuğu yapıyormuşum gibi geliyor.Üzerimdeki giysi ile sanki farklı bir dünyaya aitmişim hissi geliyor.Herkes geleneksel elbisesi ile ve bizim camilerimizden çok farklı olan mekandayım..Bir an çocukken seyrettiğim Çağrı filmindeki mescit sahnesi geliyor.Evet tamamen o atmosfer var camide ve insanlar da film setinden çıkmış gibi.Ben başka bir zaman aralığından onları ziyaret etmiş gibiyim.Hafız Bey’in oğluna yemekte yoğurttan bahsediyorum; evet zannedersem bir kere duymuştum diyor ama nasıl olduğunu hiç görmedim ve tatmadım deyince şaşırıyorum.Vakit yavaş yavaş akşama kendini teslim ediyor ve biz de yolumuz uzun diyerek bu güzel ve samimi ortamdan ayrılıyoruz.Yolda hep Hafız Bey’in samimi gülümsemesi geliyor.Zamanın dağdağası ve zorluklarının onu fazla etkilemediğini düşünüyor ve imreniyorum.Sanki sahabe döneminden kopup gelmiş bir şahsiyet hissi veriyor.Onu tanıdığıma seviniyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder